18 Mart 2015 Çarşamba

Ders IV - Motivasyon Kuramları

MOTİVASYONDA ÖZENDİRİCİ ARAÇLAR
                                            (isteklendirme)
Motivasyonun temel amacı işgörenlerin çalışmaya istekli olmalarını sağlamak ve böylece verimliliği elde etmektir.
Bu amaçla düşünürler, bilim adamları ve işletme yöneticileri bir çok çalışmalar yapmış ve bir çok öneriler ortaya atmışlardır. Bunların bir kısmını, tarihte iz bırakanları gördük. Klasik yöntemcileri ki bunlar “makine kuramı” olarak da adlandırılıyordu. Buna karşı çıkan ve eksik kalan insan unsurunu ön plana çıkaran neo klasik kuramcıları da görmüştük. Sonrasında Maslow’dan başlayarak bazı önemli motivasyon kuramlarını da gördük.

Ancak bütün bunlara rağmen yani sunulan ve uygulanan bunca kurama, öneriye rağmen istenen başarının yakalandığı söylenemez. Hala daha bir çok işyerinde ve devlet kurumlarında düşük verimlilikten, var olan personelin özelliklerinin layıkıyla değerlendirilememesinden, çalışan sayısı çok olmakla birlikte verimli bir tempo yakalanamadığı ya da iş yerinde adaletin, çalışanlar arasında dengenin sağlanamadığından şikayet edip bunların olumsuz sonuçlarıyla karşılaşıp duruyoruz.

O yüzdendir ki yeni arayışlar, yeni araştırmalar ve çalışmalar sürüp gitmektedir. Bunlardan birisi de motivasyonda özendirici araçların devreye sokulmasıdır.

Tahmin edersiniz ki bu “araçlar” her işletme, her toplum ya da her organizasyon için aynı olamaz. Öte yandan bu motivasyon araçları her durum ve zaman için de geçerli ve yeterli olamaz. Toplumsal, kültürel ve ekonomik farklar, hatta gelenekler ve alışkanlıklar bunların etkili olup olmamasında önemli faktörlerdir. Yani bir toplulukta işe yarayan, özendirici olan motivasyon aracı bir başkası için aynı etkiye sahip olmayabilir.

Örneğin içinde bulunduğumuz tüketim çağında, tüketim toplumu içinde yetişen insanlar  “daha iyi, iyinin düşmanıdır” veya “daha yüksek gelir, iyi gelirin düşmanıdır” sonucuna varacağımız bir tutum içerisinde olabilmektedirler.  Bu tutumu benimseyen kişiler için motivasyon kaynağı normal olarak ekonomik araçlardır.

Ancak, geleneklerine bağlı, kanaatkâr, mütevazı yaşamanın erdemlerine varmış, mistik toplumlarda kişileri çalışmaya motive edecek araçlar ekonomik araçlar olmayacaktır. Bu toplumun insanlarının çalışmaya özendirilmesi ancak sosyo kültürel, sosyo psikolojik araçlar yoluyla sağlanacaktır. “Bir lokma bir hırka” ya da “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” şiarıyla yetişmiş, kendilerine bunları rehber edinmiş toplulukların motivasyon unsurları ve çalışma mevhumuna bakışları da elbette farklı olacaktır.

Bir diğer olgu, motivasyonda yararlanılacak araçların tespitinde, seçiminde ve etkinliğinde işletme yöneticilerinin önemli bir payı olduğudur.  Bu araçların doğuracağı olumlu ya da olumsuz tepkilerin ya da verimliliği artırmada işe yarayıp yaramayacakları yöneticilerin anlayış ve davranışlarıyla yakından ilişkilidir. Yani malzemeler aynı olsa bile bu malzemelerle ortaya çıkarılacak yemek aşçının eline, bilgisine, donanımına, sezgisine göre farklı lezzette olacaktır. Aynı malzemeler kullanılarak nefis bir yemek elde edilebileceği gibi kötü ve beceriksiz bir aşçının elinde o malzemelerden ağza konmayacak derecede berbat bir yemek de ortaya çıkabilecektir.

Yani motivasyon araçlarının seçiminde ve uygulanmasında yönetenlerin işyerinin atmosferini tanımakta, çalışanların özelliklerini ve değerlerini bilmekte mahir olmaları gerekmektedir. Ancak böyle bir durumda doğru motivasyon araçları devreye sokularak ve bunlar uygun koşullarda, uygun yöntemlerle etkinleştirilerek başarı sağlanabilir.

Bu şu demektir; İşletmeyi yönetenlerin başarısı, yönettikleri örgütte çalışanların, ekonomik ve sosyo-psikolojik yapılarını yakından tanımalarına ve çalışanlar tarafından benimsenen bir politikanın izlenmesine bağlıdır.

Kısaca tıpkı diğer konulardaki kuramlar ya da teorilerde olduğu gibi motivasyon konusunda da evrensel özellikte olan bazı özendirici araçların varlığı kabul edilse bile, her kişiye, her topluma ve nihayet her işletmeye uygun bir motivasyon modelinden söz etmek mümkün değildir.

Sadece genellikle geçerliliği kabul görmüş olan, bir çok araştırma sonucuyla desteklenen ancak önem sırası değişen motivasyon araçlarından söz edebiliriz. Bunlar 4 başlık altında toplanmışlardır.
1-     Ekonomik Araçlar
2-     Psiko-sosyal Araçlar
3-     Örgütsel Araçlar
4-     Yönetsel Araçlar

A-    Ekonomik Araçlar

İşletmelerin kuruluş nedeni ve insanların çalışma nedeni özünde ekonomik temele dayanır.
Girişimcinin temel amacı, gelirini olabildiğince artırarak kendi çıkarlarını maksimize etmektir. Normal olarak böyle bir kuruluş motivasyon faktörlerine de bu açıdan yaklaşacaktır.

İnsanları çalışmaya sevk eden en güçlü faktörün ise kendisinin ve ailesinin yaşamını idame ettirecek sürekli ve yeterli bir gelire sahip olmaktır. Dünyanın büyük çoğunluğunda işsizlik hüküm sürmekte olduğundan işsizlik korkusu modern insanın en büyük sorunlarından biridir. Kendi yerini almak ve hatta daha az paraya ya da daha kötü koşullarda çalışmaya razı sırada binlerce işsiz insanın beklediğini bilmek çalışanları yönetenlerin kendisinden beklediklerini vermeye zorlar. 

İşte işletme sahipleri yani patronlar ve çalışanların içinde bulundukları bu koşulları hiç unutmadan motivasyonda ekonomik araçları incelemeye başlayalım.

1-     Ücret Artışı

Ekonomik özendirme araçlarında kullanılan en eski ve en yaygın özendirme aracıdır. Ücret sadece geleneksel kuramcıların değil, bugün dahi bir çok yöneticinin motivasyonu sağlayan en etkili araç olduğuna inandığı faktördür. (aksini gösteren araştırmalar olmasına rağmen bu inancın neden sarsılmadığı ve neden ücret artışının en yaygın kullanılan motivasyon aracı olduğunu ve asgari ücret mevhumuyla bu aracın nasıl bir arada düşünüleceğini tartışınız).

Bu noktada şunu da söylemeliyiz ki çalışanlar üzerinde ücret artışının yarattığı motivasyondan çok benzer ya da aynı işleri yapanlar arasındaki farklı ücretlendirmeler olumsuz etki yaratmaktadır. Bu adalet duygusunu zedelemekte ve iş barışını bozmaktadır. O yüzdendir ki öncelikle iş ortamında adaletin sağlanması, hakkaniyet ilkesiyle hareket edilmesi ve iş barışının hüküm sürmesi gerekmektedir.

2-     Primli Ücret

Çalışanlar sabit ücretlerinin dışında daha verimli çalışmaya özendirilmek amacıyla ek ücretlendirmeye tabi tutulabilirler. Bu ek ücrete “prim” adı verilir.
Belli bir siparişin yetiştirilmesi, bir işin belirlenen zaman içinde bitirilmesi vb konularda çalışanları daha fazla çalışmaya özendirmek, uzun çalışma saatlerine motive etmek için prim vaat edilebilir.
Prim miktarının saptanmasında çeşitli yöntemler kullanılır. En yaygın yöntem saat başına ya da parça başına göre yapılan ücretlendirmedir.
Primli ücret yönteminin her iş alanında kullanılmazı mümkün olmayabilir. Bunun nedeni de doğası gereği bazı işlerin birim olarak hesaplanmasının zor hatta imkansız olmasıdır. Bu durumda işverenin gelişigüzel ya da uygunsuz şekilde primlendirme yapması çalışanlar arasında huzursuzluğa yol açacaktır.
Bir diğer husus primin varlığı çalışanları daha çok üretmeye teşvik ederken işin kalitesinin düşmesi tehlikesidir.

İşte motivasyon araçları seçilirken bütün bu olasılıkların ve seçilen yöntemin artı ve eksi özelliklerinin iyice hesaplanması ve dikkate alınması gerekmektedir. Aksi durumda amaç hasıl olmayacaktır. Amacın hasıl olmaması bir yana ilerleyen zamanda olumsuz etkiler görülebilecektir.

3-     Kâra Katılma (Kâr Payı)

Bu yöntem yani işletmenin ekonomik kazancının artması durumunda kazancın çalışanlar arasında açık ve dengeli bir şekilde paylaştırılması işgöreni motive etmek bir yana işletmeye bağlaması açısından da etkili olacaktır.

Sistemin temel noktası, işletmenin her dönem sonunda elde ettiği kârın bir bölümünün işgörenlere bırakılmasıdır.
Bu yöntemin kullanılması, üretimin gerçekleşmesinde en az sermaye faktörü kadar emek faktörünün de etkili ve vazgeçilmez olduğu gerçeğinin kabul edilmesi demektir.

Kâra katılma yöntemi de en eski ve geçerli uygulamalardan biridir. İlk kez 1886 yılında, Amerika’da bir firma tarafından kullanılmıştır.

Avrupa’da (Fransa) ise ilk ciddi uygulama 1967 yılında yayımlanan bir cumhurbaşkanlığı raporuyla başlar. Bu raporda “İşçileri işletmelerin gelişmesine doğrudan doğruya katmak gerekir. İşçilerin bu  gelişmeye katılması kadar elde edilen kazanca da katılmasının zorunlu hale getirilmesi zamanı gelmiştir. Toplumumuzun çıkarları, işveren ve işgören kesiminin işletmelerin gelişimine birlikte katılmasını ve bu ortak çabalardan oluşan kârların birlikte paylaştırılmasını gerektirir” denilmektedir.

Bu kâr dağıtımı çeşitli şekillerde yapılabilir.

-         Nakit olarak dağıtılabilir: bir yıl sonunda elde edilen kârın belli bir yüzdesi nakit olarak çalışanlar arasında bölüştürülür.
-         Ertelenmiş dağıtım : emeklilik ya da ölüm halinde ödenmek üzere her yıl elde edilen kârdan belli bir yüzdenin ayrı bir hesapta biriktirilmesidir.
-         Karma dağıtım : Yukarıdaki her iki modelin birlikte uygulanmasıdır. Yani yıl sonunda elde edilen kârdan dağıtılmak üzere ayrılan payın bir kısmının nakit olarak dağıtılması bir kısmının iste daha sonra dağıtılmak üzere ilgili hesapta biriktirilmesidir.

Dağıtılacak kârın hesaplanmasında belirli bir yöntem yoktur. Her işletme vergiler, yatırımlar, işgörenin hizmet süresi, çalışma alanı, taşıdığı unvana ve işletmenin koşullarına uygun verilere göre kendi marjını hesaplayacaktır.

4-     Ekonomik Ödül

Parasal ödüldür. Başarılı bir performans sergileyen ya da işyerinde işleri kolaylaştıracak veya verimi artıracak yeni bir yöntem geliştirenlere işletmeler parasal ödül vermeyi seçebilirler. Aynı şekilde işe düzenli ve vaktinde gelip giden, işletme çıkarlarına sadık tutum içinde olanlar da yönetenler tarafından ekonomik olarak ödüllendirilebilirler.

Bu yöntemde en önemli nokta ödülün sıcağı sıcağına ve gösterilen başarının hemen ardından verilmesidir. İkinci özen gösterilmesi gereken konu gösterilen başarı ile verilen ödülün birbirini dengeleyici durumda olmasıdır. Ödül az ya da çok olmamalıdır.

İnsanın doğasında yaratıcılık ve yapıcılık vardır. Ödül bu özelliklerin ortaya çıkmasında etkili bir rol oynayacaktır.

Günümüz dünyasında bu yöntemin başarılı olması ödülün kişisel olması, başarıyla orantılı olması ve hemen ödenir olmasına bağlıdır.

Elbette çalışma ortamında iş güvenliği, sömürüsüz bir çalışma düzeni, çalışanlar ve yönetenler arasında insanca ve yapıcı ilişkilerin kurulmuş olması her şeyden önemlidir. Yoksa hayatını riske atarak çalışmak zorunda bırakılan insanlara işlerini ölmeden sürdürdükleri için ödül vermekten söz edilemez.


B-     Sosyo-psikolojik Araçlar

Bilinmesi ve asla ödün verilmemesi gereken en önemli meselemiz çalışanların aldatılmaksızın ve sömürülmeksizin çalıştırılmalarıdır. Aldatma ve sömürü olmadan, insanca yaşama koşullarını sağlayacak bir ücret karşılığında ve adaletin hakim olduğu bir çalışma ortamında işçilerin verimli çalışmasından ve bu verimin artırılmasından söz edebiliriz. Yoksa kötü koşulların söz konusu olduğu ortamlardan ve neredeyse kölelik düzeyinde bir çalışma düzeninde herhangi bir özendirmeden ya da verim artışından söz etmek mümkün değildir.

Bütün halklar sömürü düzeninin hüküm sürmediği, hakça bir düzende yaşama ve çalışma özlemi içerisindedirler. Sömürü ekonomik olduğu kadar psikolojiktir de. Hatta günümüz koşullarında psikolojik olarak sömürülmeyen herhangi bir insandan söz etmek mümkün değildir. Çünkü artık globalizm denen küresel köyün içinde, hep beraber yaşamaktayız. Dünyanın neresinde olursa olsun herhangi bir olaydan habersiz kalmamız ya da ondan etkilenmemiz mümkün değildir. Devletlerin birbirine sıkı sıkıya eklemlenen ekonomik düzenleri nedeniyle falanca ülkenin komşusuna savaş ilan etmesi dünyanın öteki ucunda yaşayan insanların ekonomik düzenine etki yapabilmektedir. Ya da Çin’de her yılın ortalama pirinç üretiminin bu yıl yakalanamaması yalnız Çin’de değil bütün dünyada pirinç ve hatta ona ikame malların fiyatlarının artmasına neden olmaktadır.

İşte bu yüzdendir ki çalışanları sadece ekonomik bir varlık olarak görmek ve onları üretim sürecinin bir parçası olarak değerlendirmek ve bu bakışla sadece para karşılığında onların beceri ve bilgi birikimlerini kullanmaya kalkmak ekonomik sömürüdür.

Öte yandan çalışan insanların birer sosyal, duygusal varlık olduklarını “sözde” kabul ederek onlara dinlenme, eğlenme,  tatil gibi bazı olanaklar sunarak onları “sosyal sömürüye” tabi tuttukları da vakidir.

İnsanca ve hakça bir çalışma düzeninde insanlar ekonomik sistemin hizmetinde değil, ekonomik sistem insanların hizmetinde olur. Bu nedenle çalışma ortamlarında hüküm süren atmosferin hangi koşulların ve anlayışın bir sonucu olduğu üzerinde kafa yormalıdır. İşletmelerin yani patronların  kârı çalışanların mutluluğundan önce geldiği sürece iş barışından ve sömürüsüz düzenden söz etmek mümkün değildir.

Şimdi, bütün bunların ışığında çalışma yaşamında verimliliği artıracak sosyo-psikolojik motivasyonlara bakalım:

1-     Çalışmada Bağımsızlık

Endüstri devrimi öncesinde ve bugün hala varlığını sürdüren küçük işletmelerde, işgörenlerin bağımsızlık duygusunu tatmin edecek olanaklar mümkün olsa da günümüz teknolojisinde, devasa büyüklüğe ulaşan işletmelerde bunu sağlamak hiç kolay değildir. Hatta imkânsıza yakındır.

Buna rağmen hiç olmazsa psiko-teknik araçlar kullanılarak işgörenlerin yetenek ve meraklarını saptayıp hiç değilse ilgili oldukları alanda çalışmalarını sağlamak mümkündür.

İnsanlar aşırı baskı altında çalışmaktan hoşlanmazlar. Her konuda işlerine müdahale edilmesinden, emir verilmesinden ya da etki altında kalmaktan kaçınırlar. Bu nedenledir ki merkezcil yönetim anlayışı altında katı ve sert yöneticilerin bulunduğu işletmelerde verimliliğin düşük olduğu bilinmektedir. O yüzdendir ki yetki ve sorumluluğun aşağı doğru göçerildiği, insan merkezli yönetimdir insana uygun olan.

2-     Sosyal Katılma

Çalışanların sosyal katılım ihtiyacı farklı düzeylerde gerçekleştirilebilir. Bunlar;

-         Kişiler bir grubun üyesi olma ve onunla dayanışma ihtiyacı duyarlar. O yüzden seçtikleri grup ile hareket eder ve onunla bütünleşirler. Çalışma düzeni buna elverecek şekilde olmalıdır.
-         Çalışanlar işletmede ve kendi bölümlerinde nelerin olup bittiğini öğrenme ve olan bitenden haberdar olmak ihtiyacı duyarlar. Kişi dahil olduğu gruptan bu anlamda yeterince beslenmezse grubun dışında kalma ve varlığını kaybetme korkusu duyar.
-         Son kertede işgören grubun özelliklerini taşıyan ve grubun üyesi olmaktan memnun olan kişidir.  Grubunun değerlerini kendi değerleri olarak benimsemiştir ve grubun varlığını sürdürmesi için çaba sarf eder. Bu aşamada kişi korkusuzca duygu ve düşüncelerini açma fırsatını elde etmiştir ve mutludur.
Yöneticilerin bir çoğun çalışanların ekonomik ihtiyaçlarını her zaman ön planda tuttuğuna inanarak sosyal katılımı pek önemsemezler. Oysa bu sosyal olmaktan öte doğal bir olgudur.

Bu yüzden engellemek yerine desteklemek gerekmektedir.