13 Aralık 2015 Pazar

Final Sinavı Konuları


Final sınavınıza dahil konular Motivasyon Kuramları başlığından itibaren olan konulardır. Yani motivasyon kuramları başliğı da dahil olmak üzere sonrasındaki  bütün konular.


7 Aralık 2015 Pazartesi

KÜLTÜR VE İLETİŞİM

KÜLTÜR VE İLETİŞİM
Kültür; Bir halkın, bir milletin, bir topluluğun tarihleri boyunca ortaya koydukları zihinsel ürünlerdir. Bunlar alışkanlıklardır, geleneklerdir, yaşama biçimleridir, söyleme ve eyleme biçimleridir. Bunlar o toplumun ortaklaştıkları, birlikte yarattıkları ve paylaştıkları şeylerdir.

Kültür ve iletişim birbirine son derece bağlıdır. Çünkü mesajlarımız kişisel bile olsa mutlaka kültürel çerçeve içindedirler ve ait olduğumuz kültüre dair özellikler içerirler. 

İnsan yaşamı boyunca tarihsel devamlılık içerisinde olmak ister. O yüzden bilgiyi, tecrübeyi, deneyimi, vardığı sonuçları, kanaatlerini oluşturmakla kalmaz onları iletir de. Yani bunu paylaşır, toplumuyla ve hatta diğer insanlarla bunu ortaklaşmak ister.

İletişim her yerdedir. Konuşarak, işaretlerle, görüntülerle, sembollerle, beden diliyle sürekli mesajlar alır, mesajlar veririz. Bu anlamda her “şey” okunur. Bu sınıfı verdiği mesaj açısından okuyalım mesela. Ne diyor?

Bir mahkeme salonunu okuyalım… bir anfiyi, bir muayenehaneyi..
Bir vitrini okuyalım…
Peki bir insanı okuyalım, beden dilini çözmeye çalışalım…

Bütün bu anlama, çözme, mesaj alma ya da verme çabalarında iletişim kurmaya çalıştığımız kişilerle kültürümüzdeki ortak özellikler ne ölçüde fazlaysa birbirimizi anlamamız da o ölçüde kolaylaşır.

Evrenselleşen işaretler olduğu gibi (örneğin barış işareti V) her kültürde farklı anlamlar içeren işaretler de vardır. Mesela baş ve işaret parmağıyla yapılan bir O işareti Amerikalılar için mükemmel anlamına gelirken Japonlar için para, Fransızlar için değersiz, sıfır anlamına gelebilmektedir. Aynı işaret bir Brezilyalı için küfür anlamı taşır.

Sembollerin kültürden kültüre anlamları değişebilmektedir. Örneğin mavi renk Çin kültüründe ölümü anlatmaktayken dünyanın başka bir çok yerinde bu kavram yani ölüm kavramı siyah ile sembolize edilmektedir. Kırmızı Fransa ve İtalya’da sevgi ve aşkı sembolize ederken Türkler için kan veya bayrağı sembolize ediyor olabilir.

Evrensel sembollere örnek verecek olursak hangi renk mesela neredeyse tüm dünyada en azından bir anlamıyla aynı şeyi temsil etmektedir? (Beyaz- Gelinlik) Ama Müslüman toplumlar için beyaz ölümün de rengidir, neden? Kefen. Biraz daha derine gidersek aslında beyaz, ak saflığın, temizliğin, bozulmamışlığın sembolü olarak algılanmaktadır diyebiliriz. Peki hınzırca bir soru soracak olursak, neden gelinlik beyazdır da damatlık değildir. Hatta damatlık siyahtır. 

Konuşma şeklimiz, konuşurken birbirimize olan yakınlığımız da bize kimliğimiz, kültürümüz hakkında bir şeyler söyler. Örneğin Akdeniz ülkelerindeki insanlar birbirleriyle yakın durarak, birbirlerine dokunarak, birbirlerinin omzuna vurarak vs konuşurlar.  Ancak İskandinav ülkelerinde durum tamamen farklıdır.  Onlar daha alçak sesle ve birbirlerine dokunmadan konuşurlar. Tartışıyor olsalar bile bunu aynı ses tonuyla sürdürürler. Birbirlerine elense çekmek akıllarının ucundan bile geçmez. Bir Norveçliyle konuşurken güzel şeyler söylüyor olsanız dahi sesinizin tonu yüksekse o kendisini hakarete uğramış hissedebilir. Başka bir açıdan bakalım. Biz Türkler eve gelen herkesi soframıza oturtmaya pek meraklıyızdır. Fırında bir şey varsa kokusu çıkmıştır ikram etmek isteriz. Eve gelen pazarlamacıya, bohçacı kadına soframızda hemen yer açarız. Ve ısrarcıyız da. Mutlaka sunduğumuz ikramın kabul edilmesini isteriz. Oysa avrupada durum tamamen farklıdır. Kendiler yemek yiyorlar diye size de buyurun demezler. Sizin zaten onların haberi olmadan, randevulaşmadan “geçiyorduk uğradık” yapmanız mümkün değildir. Sizi kapıdan çevirirler. Kapıyı çalarsınız açarlar ve gözleri şaşkınlıkla büyür. Size şöyle derler “What are you doing here?”

Diyelim ki sizi yemeğe davet ettiler. Sofrada birkaç çeşit yemek vardır. Asla bir türk softası kadar çeşitli değildir. Ama güzel, seçkin yemekle sunabilirler. Tabağınızda bir şey kalmamışsa size bir kez sorarlar “biraz daha ister misiniz” diye. Asla ikinci kez sormazlar. O yüzden naz falan edemezsiniz. Ya da nezaketen “yok teşekkür ederim” derseniz hemencecik kendi önüne döner. Bizde olan ısrar, lütfen buyurun, ama almalısınız, çok az yediniz, şundan da deneyin vs asla yoktur. Kendi kültürlerinde buna alışkın olanlar ve misafir oldukları kişilerin kültürel özelliklerini bilmeyenler kendilerini hakarete uğramış gibi dahi hissedebilirler.

Gördüğünüz gibi iletişim dediğimiz şey ya da başkaları hakkında bilgi edinmek sadece konuşmakla değil beden dili ve kültüre ait özelliklerin gözlemlenmesiyle de gerçekleşmektedir.

TEMSİL SİSTEMLERİ VE İLETİŞİM

A-    Temsil Sistemleri
İnsanların beyinlerinde yaşadıkları dünyanın nesnel bir şekilde algılanan biçimi ile algılanmasını sağlayan duyulara bağlı olarak çalışan temsil sistemleri vardır. Bunlar; görsel, işitsel, duygusal temsil sistemlerinin yanı sıra kokusal, tatsal temsili sistemler de vardır.

Nesnel dünya, objektif dünya yani dışımızdaki dünya ile öznel, sübjektif dünyamız arasındaki fark ne kadar büyükse sorunlar da o kadar artmaktadır.

Siz oldukça merhametli, her türlü canlının yaşamına saygı gösteren, diğer insanlarla olan ilişkilerinde nazik olan, bu ilişkilere özen gösteren biri olabilirsiniz. Ancak dışınızdaki dünya, yani sokak, yani sınıf, yani işyeri, tribünler, trafik… bu alanlarda içinizde olanları genellikle bulamazsınız. İşte orada pencereyi açmış az önce yaptığınız basit bir yanlış nedeniyle size ana avrat küfreden bir sürücü vardır. Beride bir grup genç ya da çocuk zavallı bir kediye eziyet etmektedir. Ailenizdeki erkeklerden biri tüyleri kana bulanmış bir dizi kuş vs ise avdan dönmekte ve kendisiyle gurur duymaktadır. Bir başkası vurduğu avı bulup getirmedi diye köpeğini kurşuna dizmektedir. Komşu teyze sizin çok sevdiğiniz yaşlı annesine bakmak istemiyordur ve onu huzur evine yatırmıştır. İlkokula giden çocuğunuz öğretmeni tarafından gaddarca bir tavra maruz kalmıştır vs vs vs…

İşte insanlar olaylar karşısında tavır belirlerken, bir tutum sergilerken ya da düşünürken farkında olarak ya da olmayarak içsel referanslarından yararlanırlar. Yani içlerine, öznel dünyalarına fokus yaparak yollarını bulurlar. İşte bu yollara temsil sistemleri denir.

İnsanlar dünyayı tüm duyularıyla yaşadığı gibi, düşünme de, insana dair tüm sistemlerin zengin bir karışımıdır. İnsanlar her eylemlerinde, hatırlarken, planlarken, gülerken, üzülürken öğrenirken, problem çözerken, bir sorunla boğuşurken bu temsil sistemlerini kullanırlar.

Hınzır bir soru daha (elmanın tadı elmada mıdır damakta mı).
 Duyuları biliyorsunuz; görsel, işitsel, dokunsal, tatsal, kokusal… bunlar temsil sistemleridir

Birbirimizi tanımak, daha iyi anlamak, kendimizi daha iyi ve doğru anlatmak için karşımızdaki insanın bu temsil sistemlerinden hangisini yoğun olarak kullandığını bilmemiz oldukça faydalı olabilir. Bütün duygular öğrenilmiştir… ancak görsellikle daha kolay kavrayanlar ya da işitsel olanlar veya dokunsal olanlar birbirlerinden farklıdırlar. Algılamaları, düşünmeleri, temsil sistemleri, davranışları farklıdır. İletişimi bu bağlamda düşünürsek belirleyici olanın ne anlattığımızdan çok nasıl anlattığımızla ilgili olduğunu görürüz.

Temsil sistemleri derken sadece başkalarının değil kendi temsil sistemlerimizin de farkında olmayı kastediyorum. Nasıl anlıyoruz, ne zaman, hangi durumda, görerek mi, duyarak mı… hangisi daha etkili üzerimizde. Bunları, yani temsil sistemlerini bilmek hem kendimizi hem de karşımızdakini anlamak bakımından önemlidir.

1-      Görsel İnsanların Özellikleri

Bazılarımız dünyayı görsel olarak algılarız. Düşünce sistematiğimizi görsellik üzerine kurmuşuzdur. Bunların konuşmalarına dikkat ederseniz göreceksiniz ki görseller konuşurken sanki bir resim çiziyormuş gibidir. Ellerini, yüzlerini, mimiklerini çok kullanırlar. Bir şey sorulduğunda kelimelerden çok el kol hareketleriyle cevap verirler. Düşünürken kafalarından sürekli resimler geçer, o görüntülere yetişmek için çok hızlı konuşurlar ve konuşmalarına pek dikkat etmezler. Gözleri de hareketlidir. Sağa sola, yukarı aşağı. Gözlerini devirirler. Nefes alışları hızlı ve göğsün üst tarafındandır. Dertlerini anlatırken kullandıkları mecazlar da gene görsel vurguludur. “Geleceği görüyorum”, “sonumuz parlak değil”… “istikbalimiz karanlık”.

İş yaşamında girişimciler genellikle bu gruptan çıkar. Akılları gelecekteki olası fırsatlar ve problemler üzerine yoğunlaşır. Olayları bit bütün olarak gördükleri için temel ilişkilere ve bağlantılara önem verirler. Bu özellikleri yüzünden sorunların nedenlerini kolayca görebilirler ve hızlı karar alırlar. Fikir yürütmeyi bizzat o işi yapmaya tercih ederler. Rengârenk, süslü bir malı ya da sade ama süslü, janjanlı bir ambalajla desteklenmiş bir malı görsellere daha kolay satabilirsiniz.

İyi görünmek, güzel giyinmek onlar için önemlidir. Karşılarındakinden de aynı şeyi beklerler. Etkileşime açıktırlar ve diğer insanları ve tepkilerini görmek isterler. Büyük resmi görmek isterler.  Karar verirken hafızalarında bütün resmi canlandırırlar. İnsanların ne dediklerini pek hatırlayamazlar. Eğer onlara çok sayıda sözlü talimat verirseniz veya ricada bulunursanız büyük ihtimal bir kısmını unutacaklardır. Bunun yerine onlara kafalarında canlandıracakları bir harita verebilir ya da yapacakları işlerle ilgili bir resim çizebilirseniz her şeyi mükemmelen hatırlayacaklardır.

2-      İşitsel İnsanların Özellikleri

Diğer bir düşünce sistemi ise işitselliktir. Bunlar orta hızda konuşurlar. Sesleri ne çok yüksektir ne de çok alçak. Konuşurken göz hareketleri kulak hizasında sağa sola gidip gelir. Bazen gözleri sol altta takılıp kalır. Ses tonları ve vurgulamalarına dikkat ederler. Konuşmaktan büyük keyif alırlar. İşitsel oldukları için sesinizdeki en ufak bir tonlamayı bile fark ederler. Onlarla birlikteyken ses tonunuza dikkat etmeniz gerekir. Kullandıkları cümle yapısında da ses, işitsellik ön plandadır. “aynı frekansta değiliz”, “söylediklerine anlam veremiyorum”, “kulağa hoş gelmiyor” vb mecazlar kullanırlar.
İşitseller dinleyerek ve soru sorarak öğrenirler. Sıralı, dizili şeyleri daha iyi algılarlar ve talimatları kolayca hatırlarlar.

3-      Dokunsal İnsanların Özellikleri

Aktiftirler. Hareketli olmayı severler. Sporcular, zanaatkârlar, sanatçıların çoğu bu gruptandır. İsimleri ve yüzleri değil olayları ve duyguları hatırlarlar. Duygularını vücut dili ile belli ederler. Elleri kolları hep hareket halindedir. İşleri adım adım yaparlar ve yaparak öğrenirler. Duyguyu hissetmek zaman aldığı için yavaş konuşurlar. İnsanlarla ilişki kurarken sarılmayı, el sıkışmayı, dokunmayı severler. Bu kişiler o anı yaşarlar. Yaptıkları işi tutkuyla yaparlar ve işlerine müdahale edilmesini sevmezler. Dokunsallar için iş yerinde ilişkiler çok önemlidir. Geçmişten ders almak ya da gelecekte olacak değişimler onları pek fazla ilgilendirmez. Hep insanların yanında olmak isteyen, sevgi dolu, hayır diyemeyen kişilerdir.  Birine haklı olduğu halde hayır deseler bile sonra üzülürler. Dokunsallar duygularıyla yaşarlar ve bugünde yaşarlar. Geçmişten ders almaz, geleceği planlamazlar, şimdiyi yaşarlar. Temasa geçmek, bir düşünceyi kavramak, gerilim vardı, sıcak kalpli insan, soğuk kanlı olmak vb kelimeleri sıklıkla kullanırlar.


B-    Başkalarının Temsil Sistemlerini Bulmak
Peki. Başkalarının temsil sistemlerini nasıl bulacağız. Hangi ipuçlarını takip edeceğiz. Onları nasıl gözlemleyeceğiz. Göz hareketleri, kullanılan temsil sistemini bulmada en kolay ve hızlı yoldur. İnsanların vücutlarını kullanma biçimi, konuşurken ya da yazarken kullandığı kelimelerin yapısı, cümle kurma biçimi, bunların işitsel, görsel ya da dokunsal ağırlıklı olup olmadığı; konuşma hızı, temposu.

İnsanlar düşünürlerken, bir şeylerin içinden çıkmaya çalışırken, karar verirken gözlerini hareket ettirirler. Göz hareketleri ruhsal yapıyla bağlantılıdır. Göz hareketleri bir insanın nasıl düşündüğünü, düşüncelerinin beyninde hangi şekilde temsil ediliyor olduğunu gösterir. Resimler, sesler, kelimeler ve duygular olarak şekillenirler.

Göz hareketlerini isabetli bir şekilde yorumlamanın belirli üç zamanı vardır;
-          Karşıdaki konuşmaya başlamadan hemen önce
-          Karşılıklı konuşma sırasında meydana gelen kısa sessizlik anlarında düşünürken
-          Soru sorduktan hemen sonra

Eğer edindiğiniz izlenime göre karşınızdaki kişi veya kişiler görsel yanı ağır basan insanlarsa o zaman onlara kafalarında canlandırabilecekleri resimler vermelisiniz. Sunumunuz ya da konuşmanızı, görüşmenizi broşürler, fotoğraflar, slaytlar vb görsellerle omurgalandırmalısınız. Görsellere yaslanmalısınız.

İnsanların göz hareketleri en azından çoğunun işitsel olduğunu söylüyorsa, onlar duygulardan veya grafikler, tablolar gibi görsel araçlardan etkilenmeyeceklerdir. Onlar katı gerçeklerden ve rakamlardan etkilenmektedirler. Ayrıca soru sormayı da isteyeceklerdir. Sık sık sunumunuzun veya konuşmanızın kesilmesine karşı hazırlıklı olmalı ve mantık silsilenizi bozmamaya çalışmalısınız.

Eğer göz hareketlerinden edindiğiniz izlenip karşınızdakinin veya karşınızdakilerin dokunsal olduğunu gösteriyorsa olaya dâhil olmak isteyeceklerdir. O yüzden onları yardım etmeye, birlikte çalışmaya davet etmeyi düşünebilirsiniz. Ölçülü bir ses tonuyla konuşmalı ve sunumunuzu fazla uzun tutmamalısınız. Çünkü bu tipler 20 dakikadan sonra genellikle dikkatlerini toplayamayan tiplerdir.







30 Haziran 2015 Salı

Bütünleme Sınav Sonuçları Hk

Bütünleme Sınav Sonuçları Hk.

En nihayet bütünleme sınav sonuçlarını sisteme girebildim. Bütünlemeye girenler okulun sitesinden notlarını öğrenebilirler.

12 Haziran 2015 Cuma

Kağıt Gösterme


18 haziran, saat 11-12 arasında kağıtlarını görmek isteyen öğrenciler fakülte binası 4. kattaki ofise gelebilirler.

Bütünleme - Resit Sınavları


24/06/2015  tarihinde, saat 13:00-1430 arasında,  D07 no'lu salonda bütünleme sınavı yapılacaktır.

Final Notları



Baylar, bayanlar... Notlarınızı okulun sistemine girdim. oradan öğrenebilirsiniz.

27 Mayıs 2015 Çarşamba

Sınav Tarihi



Tüm Öğrencilerin Dikkatine!

YNTM 310 kodlu Örgütsel Davranış Dersimizin sınav tarihi aşağıdaki gibidir:

03/06/2015 Çarşamba  11:00-12:30  D02

8 Mayıs 2015 Cuma

dersimiz ve ödevler


DUYURU

                1)  12 Nisan Salı gün (yurt dışında olacağımdan dolayı) dersimiz yapılmayacaktır.
                 

               2)  "Ekonomik sistem insan için mi, insan ekonomik sistem için mi olmalıdır?" konulu 
                     ödevlerinizi en geç 20 Mayıs 2015 tarihine kadar sekreterliğe bırakmalısınız. 

                

İletişimi Engelleyen Başlıca Hususlar

İletişimi Engelleyen Başlıca Hususlar
1)      Fiziksel ve teknolojik hususlar
2)      Sosyo-psikolojik hususlar
Fiziksel ve teknolojik olarak iletişimde sorun yaratanlar tahmin edilebileceği üzere mesajın mekanik olarak iletimine engel olurlar. Yani mesaj ya hiç iletilemez ya da mekanik bir gürültü, bağlantının sık sık kopması, haberleşmenin tümden kesilmesi vb durumlardır. Mesaj alıcıya ya hiç iletilemez ya da tam olarak veya zamanında iletilemez. Bunlar tamiri ve düzeltilmesi nispeten kolay hususlardır. Bizim açımızdan önemli olan sosyo-psikolojik faktörlerdir. Bunların aşılması çok daha zor ve zahmetlidir. Üzerinde ayrıntılı duracağız.
İletişimi Engelleyen Sosyo-Psikolojik Faktörler
a)      Kişisel Engeller
b)      Dil Güçlükleri
c)      Yetersiz Dinleme
d)      İfade Yetersizliği
e)      Geri Bildirimden Kaynaklanan Zorluklar

Şimdi bu faktörlere yakından bakalım ve nasıl giderilebileceklerini öğrenelim:

a)      Kişisel Engeller
İletişimin iki temel unsurunun “gönderici” ve “alıcı” olduğunu söylemiştik. Kişisel engeller dediğimiz sorun tam da burada söz konusu olan iki kişinin birbirinden tamamen farklı kişisel özelliklere sahip olmalarından doğmaktadır. Kişisel tarihleri, büyüdükleri sosyo-kültürel ortamlar, gelenek ve inançları, kültür düzeyleri, duygusal durumları, idealleri ve tutkuları, alışkanlıkları vs birbirinden tamamen farklı iki ayrı insan. İşte bu farklılık, gönderen açısından bakarsak, oluşturulan mesajın niteliğini, seçilen sembolleri, ifade biçimini belirlerken, alıcı açısından da mesajın içeriğini algılama, değerlendirme ve anlama biçemini belirleyecektir. Alıcının göndericinin mesajıyla iletmek istediği her şeyi algılayamayabileceğini, her hususu aynı önemle değerlendirmeyeceğini tahmin etmek hiç de zor olmasa gerek. Bunun ötesinde gönderici ve alıcı arasında var olan veya olmayan güvenin ve inancın da mesajın alıcı tarafından doğru ve yeterli ölçüde algılanıp, değerlendirilmesinde etkili olacağı unutulmamalıdır.
Bu nedenle “gönderici” mesajını oluştururken hu hususları aklında bulundurmalı ve özellikle iletmek istediği noktalara özel vurgular yaparak, altını çizerek, başka biçimlerde yeniden ifade ederek (reformülasyon) mesajı desteklemelidir. Alıcının dikkatini önemle vurgulamak istediği semboller üzerinde yoğunlaştırmalıdır.

b)      Dil Güçlükleri
İletişim araçları içerisinde en önemli olanı dil’dir. Yani insanın lisanıdır. Kişinin ana diline hakim olması, lisanının inceliklerini bilmesi, özelliklerini ve imla kurallarını yerli yerince kullanması iletişimde son derece önemlidir. Bazı kelimeler birden çok anlam taşıyabilir. Mesajı oluşturan cümlelerin içinde doğru sözcüğü doğru yerde ve doğru anlamda kullanmak gereklidir. Bir başka durumda alıcı, göndericinin kullandığı bir sözcük veya kavramdan habersiz olabilir. Bu durumda alıcı bilmediği bu sözcük ya da kavram ile ilgili yorumda bulunacaktır. Yani bu sözcüğü bambaşka bir anlamda değerlendirebilecek ve ona başka bir anlam yakıştırabilecektir.
Bütün bu yanlış veya eksik anlama risklerini ortadan kaldırmanın yolu belli kavramları farklı sözcüklerle tekrar tanımlamak olabilir. Özellikle farklı algılanıp değerlendirilmesinden kuşkulanılan hususları yaygın olarak kullanılan kelimelerle ifadelendirmek sorunların giderilmesinde etkili olacaktır.
Kelimeler yanında şemalar, grafikler, çizim ve resimlerle desteklenen mesaj büyük ölçüde yanlış ya da eksik anlaşılma riskinden kurtulacaktır.
Özellikle resimler ve şekillerin kullanımı yüz yüze iletişimde yanlış anlamaların giderilmesinde oldukça etkili olan yöntemlerdir.
Bunun yanında vücut dili de yüz yüze iletişimde oldukça önemli bir role sahiptir. El sıkma, yüz ifadesi, mimikler vb hal ve tutumlar sözlü ifademizi destekleyen etmenlerdir.
Vücut dili bazen insanın söylediği ile yaptığı arasındaki farkı ortaya koyar.

c)      Yetersiz Dinleme
Çoğu zaman biz konuşurken karşımızdaki insanın bizi dinlemediğini fark ederiz. Bazen insanlar karşılarındakini dinlemek yerine bir an önce onun bitirmesini ve kendi söylemek istediklerine sıranın gelmesini sabırsızca beklerler. Hatta bazı kişiler karşısındakinin ne söylediğiyle ilgilenmez bile. Oysa iletişimin doğru zeminde ve süreklilik arz edebilmesi için temel şarttır dinlemek. Dinlememek ve dahası karşımızdakinin meramını tam olarak anlatmasını beklemeden kendi düşünce ve fikirlerimizi söylemekte acele etmek başlı başına sorunlu bir davranıştır ve etkin iletişimin önündeki en büyük engeldir.
Bütün bu olumsuzlukları yaşamamak için en başta iyi bir dinleyici olmak gerekmektedir. “Söz gümüş ise sükût(dinlemek) altındır” atasözümüz tam da buna işaret etmektedir.
Etkin bir iletişim için kişi mesaj aldığı kimseye cevap vermeden önce aldığı mesajı kelime ve duygular bakımından tekrarlamalıdır. Alıcı mesaj gönderenin durumunu kendi kelimeleri ile yeniden ortaya koyarak (formüle ederek) algı ve değerlendirmesinin doğru olup olmadığını sınayabilir. Bu karşıdakinin mesajını bire bir tekrarlamak demek değildir.
Ayrıca bu tutum kişinin karşısındakinin fikir ve düşüncelerini dinlediğini ve onlara önem verdiğini gösterir. Böylece iletişim halindeki iki insan arasında bir güven de tesis edilir.
Doğru dürüst dinlemeden sık sık kesilen sözler, ama, fakat, evet ama vb şekildeki ifadeler hem iletişimi engeller ve hem de son derece olumsuz bir atmosfer yaratırlar.

d)      İfade Yetersizliği
İnsanlar genellikle vermek istedikleri mesaja ilişkin kurdukları cümleleri, kendi bildikleri, haberdar oldukları olay ve durumdan karşıdaki de aynı derecede bilgi sahibi ve haberdarmış gibi davranırlar. Bu durum onların ifadelendirmelerinin yetersiz olmasına yol açar.  Oysa hem muhatabımız bizim bildiklerimizi bilmiyor olabilir hem de detaylı ve uzun bir anlatımla daha doğru bir algı ve değerlendirme yapabilen birisi olabilir. Bazı kimseler kısaca anlatılanları çabucak anlasa da bazı başka kimseler daha uzun anlatıma ihtiyaç duyabilirler.
Burada dikkat edilmesi gereken iki husus vardır. 1) mesajı gereksiz ayrıntılara boğarak özü kaybetmemeliyiz. Ancak öte yandan;  2) mesajımızı tam ve doğru algı ve değerlendirmeye elvermeyecek kadar kısa ve fakir bırakmamalıyız.

e)      Geri Bildirimden Kaynaklanan Zorluklar
Geri bildirim mesajın tam ve doğru bir şekilde alınıp alınmadığı konusunda göndericiye bilgi vermektedir. Böylece gönderici bir sonraki adımını planlar ya da bir sonraki adıma geçmeden önce eğer var ise eksik veya yanlış algı ve değerlendirmeyi düzeltmek için yeni bir mesaj hazırlar. Geri bildirim sadece bir kişi ile bir başka kişi arasındaki iletişimde değil bir kişi ile belli bir topluluk (üyeler, çalışanlar, partililer, öğrenciler, seçmenler, toplum vs) arasındaki iletişimin etkinliği konusunda göndericiye yol gösterir.
Gönderici, hedef kitlesini nasıl, ne derece etkilediği, onlarda ne gibi davranış ve tutum değişiklikleri yarattığı, istediği hedefe ulaşmada hangi aşamada olduğu veya ne ölçüde başarılı olduğu konusunda bilgilenmek için geri bildirime ihtiyaç duyar. Böylece bir takım düzeltmeler yapabilecek ve hedefe ulaşmak için yeni tedbirler alabilecektir.

Geri bildirim mesajın yansıtılmasıdır. Bu nedenle bir değerleme işlemi değildir. Tam tersine alınan mesajın yeniden tanımlanmasıdır. Böyle olmak yerine, yani tanımlamak yerine mesajı değerleyerek geri bildirimde bulunmak göndericinin tepkisine ve savunmaya geçmesine neden olabilir. Bu nedenle geri bildirimde bulunurken alınan mesajın nötr olarak yani değerlendirmeden göndericiye ulaştırılmasına dikkat edilmelidir. Bu iletişimin kesilmemesi ve ilişkilerin bozulmaması açısından önemlidir.

Geri bildirimde bulunurken genellemelerden kaçınmalı, mesajın özüne dair bir yansıtmada bulunmalıdır. Bir örnek vermek gerekirse;

“Siz despot bir insansınız” demek yerine, “Az önceki davranışınızla emrivaki yaptığınızı düşünüyorum” diyebilirsiniz.

Geri bildirimde bir diğer önemli nokta geri bildirimin zamanında yapılmasıdır. Yani mesaj alındıktan hemen sonra.  Ancak o zaman gönderici üzerinde istenilen etki uyandırılabilecektir.





6 Mayıs 2015 Çarşamba

İletişim Sürecinin Özellikleri

İletişim Sürecinin Özellikleri

Bir iletişim sürecini başlıca yedi unsurla inceleyebiliriz. Bunlar sırasıyla, 1)gönderici, 2)göndericinin ve alıcının algılama ve değerlendirme biçimi, 3)mesaj, 4)kanal, 5)alıcı, 6)geri bildirim, 7)gürültü.


a)      Gönderici
İletişim ya da haberleşme sürecinin başarısı büyük ölçüde göndericinin bilgi, yetenek ve özelliklerine bağlıdır. Neden? Çünkü iletişim önce düşünce süreçleri halinde göndericinin zihninde başlar. Gönderici kendisine ulaşan bilgi, fikir ve duyguları kendi zihninde tartışarak değerlendirir ve yorumlar. Ondan sonra vardığı sonucu alıcıya en doğru ve net bir şekilde iletebileceği cümleyi kurar. Bunu yaparken kelimelerden, sayılardan, çeşitli şekil ve sembollerden yararlanır. Yani aslında düşüncesini sembollere dönüştürür. Zira kelimeleri oluşturan harfler de, rakamlar da zaten birer sembolden ibarettir.

Burada göndericinin dikkat etmesi gereken önemli hususlar vardır, bunlar;

1)      Alıcının bilgi, tecrübe ve birikimine uygun semboller kullanılmalıdır. Gönderici hedefteki alıcının anlayabileceği nitelikte bir mesaj göndermelidir. Bu özellikle, gönderici ve alıcının eğitim ve bilgi seviyesinin farklı olduğu hallerde önemlidir. Mesajda kullanılan kelime ve semboller alıcı tarafından tam olarak bilinmiyorsa yoruma tabi tutulacak ve mesajın doğru algılanmama riski doğacaktır. Bu da iletişimin amacına ulaşmaması ya da tam olarak ulaşmaması anlamına gelecektir ki haberleşme etkinliğini ve işin verimini azaltarak zaman kaybına yol açacaktır.

Bir örnekle açıklamaya çalışayım:

“Siber âlemde geçirilen zamanla doğru orantılı olarak gerçeklik eşiğine yaklaşılmaktadır.”

“Bazı düşünürler post modern dünyada tiyatronun antik bir sanat olarak değerlendirilmesi ve toplumsal değil sanatsal düzeyde değerlendirilmesi gerektiğini savunmaktadırlar”.

“Kübizmin yaratıcısı olan Pikasso’nun bakışında keskin bir bıçağın ya da jiletin izlerini görürüz”.

2)      Gönderici soyut ifade ve sembollerden çok, somut semboller kullanmalıdır. Böylece alıcının kafasında uyanacak anlam alanı mümkün olduğunca daraltılarak yorumlama imkânı azaltılır. Böylece alıcının mesajı doğru olarak alması kolaylaştırılır.

Siber âlem – Bilgisayar ortamı
Subliminal mesaj – Bilinçaltı mesaj

3)      Sembolleri alıcının daha önce alışmış olduğu anlamda kullanmalıdır. Gönderici mesela bir kelimeyi alıcının alışmış olduğu anlamda kullanmazsa alıcı bunu kendi zihninde yorumlamaya çalışacak ve iletişimin başarısız olma riski doğacaktır. Bu da çatışma ve zaman kaybına yol açacaktır.

4)      Alıcının anlamaması muhtemel olan kelimeler açıklanmalıdır. Alıcının tecrübe azlığı veya bir şekilde daha önce hiç karşılaşmamış olabileceği düşünülen bir konudan söz edilmesi halinde, göndericinin bu konuya özel kısa bir açıklama ve tanım yapması gerekecektir. Bu açıklama da mesajın içinde, incelikli bir yerleştirmeyle sunulabilir.

Diyelim ki edebiyatta 2. Yeniden söz edeceksiniz. Eğer bunların kim olduğunu bildiği kuşkulu biri ise alıcı parantez açıp Edip Cansever, Cemal Süreya, Ece Ayhan, Turgut Uyar diye yazmanız ya da söylemeniz doğru olur.

b)      Algılama ve Değerlendirme
Kişilerin kendilerine ulaşan bilgi, fikir, duygu mesajlarını algılama ve değerleme biçimleriyle ilgilidir.
Algı: Duyu organlarından çeşitli verilerin sınıflandırılıp, organize edilerek anlamlandırılması sürecidir.
Algılama süreci, kişilerin sahip oldukları değer yargıları, amaç ve hedefleri, ihtiyaçları, içinde yetiştikleri kültürel ortam, bilgi birikimleri, duyguları, geçmişteki o konuyla ilgili tecrübeleri, hatta biyolojik ve fiziksel özellikleri gibi birçok etmen tarafından etkilenir. Bundan dolayıdır ki aynı uyarı, farklı kişiler tarafından değişik şekillerde algılanır.

Bunun ötesinde her kişi kendisine ulaşan mesajları kendi meşrebince değerlendirir ve biraz da görmek istediğini görüp, bilmek istediği şekliyle anlamaya meyillidir. Bu durum mesajı alan kadar gönderen için de geçerlidir.

Üst astının, baba/anne çocuğuna, karı/koca birbirine geri kalanı anlayacağını düşünerek herhangi bir düşüncesini ya da haberi, olayı, konuyu tam olarak aktarmayabilir. Bu durumda alıcı boşlukları kendi meşrebince, kendine uygun bir şekilde doldurmak için yorumlamaya girişecektir. Böylesi durumlarda yorumlar genellikle gerçekle pek uyumlu olmazlar. O nedenle verilen mesajın net, derli toplu, anlaşılabilir bir halde gönderilmesi önemlidir.

c)      Mesaj
Kaynak ya da gönderici kullandığı kavramları bir mesaj şeklinde kodlar. Yani sözlü ya da yazılı cümleler haline getirir. Bu cümleler kendileri de birer kod olan harflerden oluşur. Ayrıca rakamlar, şekiller ve resimler vb sembolleri de içerebilir. Konuşmalar, yazıya dökülmüş cümleler, grafikler, çizimler, jestler ve mimikleri gösteren (ör. Gülen yüz) ifade sembolleri, el kol hareketleri… bunların tümü kodlanmış mesajlardır.

Mesaj kaynağın/göndericinin iletmek istediği anlamı temsil eder ve alıcıya ulaşacak anlamı büyük ölçüde belirler.

d)     Kanal
Kanal, alıcı ve kaynak arasındaki bağdır. Beş duyu organımız beyne giden haberleşme kanallarıdır. Görme ve işitme diğerlerinden daha etkilidir. İki kişinin karşılıklı konuşmasında sesi ulaştıran hava kanaldır. Eğer iki kişi internet ortamında yazışıyorsa ya da görüntülü konuşma yapıyorsa kanal bilgisayarınızdır. Telefon görüşmelerinde mesajların iletildiği kanal telefon sistemidir.

e)      Alıcı
Mesaj alıcı tarafından alındığı ve kodun çözülerek ona bir anlam verildiği zaman haberleşme/iletişim meydana gelmiş olur.

f)       Geri Bildirim
Bir alıcı kendisine gönderilen mesajı alıp, kodlarını çözdükten ve ona bir anlam verdiği andan itibaren kendisi kaynak durumuna dönüşür. Yani almış olduğu mesajı cevaplandırmak üzere bir gönderici olarak kendisi bir mesaj hazırlar ve bunu bir kanal aracılığıyla eski göndericiye iletir. Buna haberleşme mekanizması içinde geri bildirim denir. Cevap ya da geri bildirim göndericinin gönderdiği mesajın alıcı tarafından alınıp alınmadığını ve doğru olarak yorumlanıp yorumlanmadığını öğrenmesini sağlar. Bu da yanlış anlamaların düzeltilmesine imkan verir.

g)      Gürültü
Gürültü iletişimin sağlıklı bir şekilde gerçekleşmesini zorlaştıran ve güvenilirliğini azaltan herhangi bir unsurdur. Bir gönderici, eğer bir şeyi kodlamak veya anlatmaktan aciz ise gürültü yaratır. Eğer mesajda sembollerden yeterince yararlanılmamışsa gene gürültü oluşur. Gereksiz tekrarlar, imla hataları, gereksiz detaylar da anlamı bozarak ya da değiştirerek gürültü yaratırlar. Mesaj mükemmel bir şekilde hazırlanmış olduğu halde alıcı kendi kişisel veya duygusal özelliklerinden dolayı mesajı doğru olarak çözemeyebilir. Bu da alıcının yarattığı gürültü olarak adlandırılır.




Tablo: İletişim Süreci


                                          Tablo: iletişim süreci


İletişim/Haberleşme

Hoca Nasrettin bir gün pazara gider. Pazar yerinde, kafesin içinde renkli, irice bir kuş görür. Kuş hocanın hoşuna gider. Sahibine sorar: “Bu kuş kaça?” Adam beş yüz akçe der. Hocanın ağzı açık kalır. Az ötede bir başka kafeste bir hindi görür. “Ya bu hindi kaça?” diye sorar Nasrettin. Adam yüz akçe diye cevap verir. Hoca kaşlarını kaldırır. Efendi der koskoca hindiyi yüz akçeye veriyorsun da niye şuncacık kuşa beş yüz akçe istiyorsun. Pazarcı cevap verir: Öyle deme hoca efendi, bu kuş konuşuyor. Hoca omuzlarını silkerek, ama bu da düşünüyor der.


İletişim/Haberleşme

Günlük hayatımızda yani sivil hayatımızda, evimizde, işyerimizde bile olsa molalarımızda, yemek saatlerimizde, sokakta karşılaştığımız tanıdıklarımızla, ailemizle kurduğumuz duygu, düşünce ve fikir alışverişi ilişkisinin adı sohbet etmektir. Her ne kadar gündelik hayatımız içinde bu tür etkinlikler için dahi “iletişim” kavramı kullanılıyor olsa da unutulmamalıdır ki bu kavram akademik dilin bir ürünüdür. Nasıl ki işimizi halletmek, bir sorunumuzu çözmek ya da en basitinden fatura ödemek için gittiğimiz resmi dairede muhatap olduğumuz memurla –bu çerçevede- yaptığımız görüşmenin adı “sohbet” değilse, ailemizin fertleriyle ya da eşimizle, komşumuzla sohbetimiz de “iletişim” bu anlamda iletişim değildir, öyle adlandırılmamalıdır.  

Resmi dairelerdeki iş takiplerimizde, yazışmalarımızda, işyerindeki astlarımız ya da üstlerimizle veya mevkidaşlarımızla kurduğumuz bilgi, düşünce alışverişine, ister yazılı ister sözlü iş başvurularımız için kurduğumuz ilişki iletişim olarak adlandırılır.

Burada dikkati çekmek istediğim şey; bütün bunlar yani sohbet, görüşme, resmi ya da sivil olarak yaptığımız düşünce, duygu ve fikir alışverişleri iletişim başlığı altında toplanabilir. Ancak her iletişim biçimi için ve onun karşılığı olarak ayrı bir adlandırma vardır ve gündelik hayatımızda bunları yerli yerinde kullanmak meramımızı anlatmak ve dili doğru kullanmak açısından son derece önemlidir.

Dedikodu/sohbet sivildir, iletişim resmi. Sohbet doğaldır, iletişim formel.

Çalışma yaşamında yani iş ortamında, ofiste, bankada, şirkette, işletmede iletişimin kendine özgü bir yeri ve yapısı vardır. Aynı şekilde büyük bir önemi de vardır.
Bilginin, düşüncenin tam olarak aktarılması ve bu aktarma işleminin noksansız olarak anlaşıldığına dair geri bildirim alınması son derece önemlidir.

Elbette özel hayatımızdaki konuşma ve sohbetlerimiz sırasında aktardığımız duygu ve düşüncelerin de karşımızdaki tarafından tam da söylemek istediğimiz şekilde anlaşıldığından emin olmak isteriz. Ve bu eğer böyle değilse tıpkı iş ortamında olduğu gibi özel hayatımızda da sorunlara yol açacaktır.

O yüzdendir ki cümle kurmak, anadilimizi iyi bilmek ve doğru kullanmak hayatımızın her alanında hem ilişkilerimizin niteliğini hem de iş hayatımızın kalitesini belirler.

Amaçları ne olursa olsun, toplumsal yapının bir parçası olan işletmeler de tıpkı aileler gibi içte ve dışta kurulan bir ilişkiler sistemi içerisinde varlıklarını sürdürürler. Aileden farklı olarak işletmelerde süregelen iletişimin kontrol altında tutulması ihtiyacı vardır. Ve bu amaçla belirli bir yapısal düzen içerisinde, işletmenin amaçlarına uygun, etkin bir iletişim ağı oluşturulur.

İletişimin tanımı; Bilgi, fikir, düşünce ve duyguların bir kimseden diğerine aktarılması sürecidir.

Bunun gerçekleşebilmesi için en az iki kişi gerekmektedir. En az iki insanın birbiriyle ilişki içinde olması iletişim ağının kurulması için şarttır. Bu anlamda haberleşme, iletişim, sohbet diye adlandırabileceğimiz bu olgu insanları birbirine bağlayan ve onların sosyal bir grup olmalarına yol açan bir bağdır. Bu bağın iki insanı birbirine yaklaştırdığı gibi bazen de uzaklaştırması mümkündür. İletişim bağının süreklilik kazanması için sohbetin iki kişiyi birbirine yaklaştırması gerektiği açıktır. Ancak iş ortamlarında yani formel iletişimde bir mecburiyet söz konusudur. O yüzden işletmelerde iletişim özel bir yer tutar ve özel olarak, belli kalıplar içinde yapılandırılır.

Her gün değişen, büyüyen ve farklılaşan bir toplumda yaşayan insan, ister istemez başkalarıyla az ya da çok ama her gün, her an ilişki içinde olmak zorundadır. Ancak gündelik hayat içerisinde bu ilişkiler gelişigüzel, tesadüfî, belirli bir düzen ve disiplinden yoksun olarak sürer. Hayatın doğası gereği bunun böyle olması son derece anlaşılır bir şeydir. Ancak karşılıklı sohbetlerimizde, ailemiz ya da arkadaşlarımızla kurduğumuz iletişimin nitelikli ve doyurucu olması arzu edilmelidir. Ancak böylesi bir iletişim süreci ufkumuzu açan ve bizi tatmin eden bir sonuçla nihayet bulabilir. Bir örnek verecek olursak; acıktığımız için yemek yeriz. Ancak eğer açlığımızı çabucak bastırmak için öğünümüzü abur cuburla geçiştirirsek, kendimizi pek de doymuş, yediğimiz şeyden keyif almış ve bedenimize ihtiyaç duyduğu gıdayı göndermiş olmayız. Sonuç, kısa süre sonra yeniden açlık hissetmemiz olacaktır. Aynı tavır içinde olursak zaman içinde gününü abur cuburla geçiren, sağlıksız, obez ya da aşırı zayıf, sürekli kan şekeri düştüğü için gözleri kararan, halsiz hisseden, güçsüz bir insan haline geliriz.
Sohbet dediğimiz şey de ruhumuzun, mental yanımızın, maneviyatımızın gıdasıdır. İyi bir sohbet insanı düşünce, görüş, bakış açısı olarak “bir yerden, bir yere” taşır. Lafazanlık ederek değil bir yerden bir yere, olduğunuz yerden de geriye gidersiniz. Aklınız, zekânız, duygusal benliğiniz körelir. Küçülürsünüz. Nitelik olarak çürürsünüz. Yozlaşırsınız.

Başka nelerdir ruhun gıdası? İyi müzik, iyi  kitap, iyi tiyatro, iyi film. Doğa. Hayvanlarla kurulan insancıl bağ. Sanat. Eğer kendinizi bunlarla beslemezseniz karşınızdakiyle kurabileceğiniz iletişim de son derece kuru, içerikten yoksun ve sıkıcı olacak ve üçüncü cümlede bitecektir. Düşünce, fikir oluşturmak için bilgi şarttır. Bilgi edinmenin yolu hayatın içinde yer alan ve insani gelişmenin en temel aracı olan sanatla, edebiyatla haşır neşir olmaktan geçer.

Eğer herhangi bir bilgi, duygu veya düşünce yoksa iletişimden söz edilemez. Kimse sizin ne düşündüğünüzü yazdıklarınızdan, söylediklerinizden öğrenmiyorsa iletişim yoktur. Düşünerek iletişime geçemezsiniz.

Kişiler hangi amaçla iletişimde bulunuyor olurlarsa olsunlar, iletişimin temeldeki amacı (yani insanı iletişime, sohbete zorlayan iç güdü, iç itim, motivasyon) çevre üzerinde etkili olmak, başkalarının tutum ve davranışlarında değişim yaratmak veya bir konuda tutum ve davranış geliştirmelerini sağlamaktır.

İletişimin Geniş Tanımı :Daha derin ve yakından bir bakışla iletişim toplumsal yapının temelini oluşturan bir sistem, örgütsel ve yönetsel yapının düzenli işleyişini sağlayan bir araçtır. Kişisel anlamda ise insanın düşünce ve duygularının görünür ve bilinir olmasını sağlayan bir etkinliktir, eylemdir.

Dar anlamda iletişim ise yukarıda da söylediğimiz gibi, duygu, düşünce ve bilgi alışverişi olarak tanımlanır. Yani bir anlamda kişilerarası anlaşma köprüsüdür.

Toparlarsak; iletişimden söz edebilmek için kişiler arasında karşılıklı olarak fikir, bilgi ve duygu alışverişine uygun bir ilişkinin kurulmuş olması gerekmektedir. Bu ilişki bir üst merci tarafından önceden belirlenmiş ve zorunlu kılınmış ise, buna biçimsel/resmi ilişki diyoruz. Eğer bu ilişki herhangi bir zorunluluk olmadan, kişiler arasında, herhangi bir ihtiyaçtan dolayı ortaya çıkmışsa (iş, arkadaşlık, dostluk vs) buna da biçimsel olmayan yani sivil ilişki adını veririz.

Örgütlerde biçimsel olan kadar biçimsel olmayan yani kendiliğinden kurulan ilişkiler de gerek kişisel gerekse de örgüt yaşamı bakımından son derece yaygın ve etkindir.

İletişimin amacına ulaşması için yani aktarılmak istenen bilgi, fikir ya da duygunun doğru bir şekilde karşımızdakine iletilmesi için dilin inceliklerine vakıf olmamız gerekmektedir. Gerek sözlü gerekse de yazılı olarak meramımızı anlatırken ana dilimizin özelliklerine ve kurallarına bağlı kalarak, düzgün cümleler kurabilme becerisini kazanmış olmamız gerekmektedir. Örnek verecek olursak; aşağıdaki cümleyi yorumlamaya çalışalım:

“Peki, kabul ediyorum. Yılsonunda karımı sizinle paylaşmaya hazırım.”
Aslında yukarıdaki cümlede karımı sözcüğündeki a’nın üzerinde küçücük bir sembol eksik. Olması gereken; kârımı. O zaman cümle makul bir anlam kazanır.

Bir başka örnek;

Havada kar kokusu var…
Havada kâr kokusu var…

İletişim Sürecinin Özellikleri

Bir iletişim sürecini başlıca yedi unsurla inceleyebiliriz. Bunlar sırasıyla, 1)gönderici, 2)göndericinin ve alıcının algılama ve değerlendirme biçimi, 3)mesaj, 4)kanal, 5)alıcı, 6)geri bildirim, 7)gürültü.

3 Nisan 2015 Cuma

Ödev -1




Sanayi devrimini tamamlamış ve hatta sanayi ötesine geçmiş, dünyanın en zengin ve gelişmiş ülkeleri olarak kabul edilen Kuzey Avrupa ülkelerinde intihar oranları çok yüksek. Neden? düşünce ve görüşlerinizi en az bir A4 sayfası olmak üzere yazınız.

1 Nisan 2015 Çarşamba

Motivasyon Araştırmasında Kullanılacak Yöntemler - Ders VII

DERS VII

Motivasyon Araştırmasında Kullanılacak Yöntemler

İşletmelerin normal zamanlarda veya ihtiyaç duyduklarında daha başarılı ve verimli bir çalışma atmosferi yaratmak için kullanabilecekleri motivasyon araçlarını görmüştük. Bu derste işletmemiz veya yapmak istediğimiz şey için hangi motivasyon aracını kullanacağımız konusunda karar verebilmek için yararlanabileceğimiz bazı yöntemleri öğreneceğiz.

1-      Davranış Ölçekleri
Önceden saptanan normlara göre kişilerin davranışlarının ölçülmesidir. Bu yöntemde kişinin dikkatli bir şekilde oluşturulmuş ve standardize edilmiş bir dizi önerme hakkında “doğru buluyorum” ya da “doğru bulmuyorum” şeklinde sözlü görüş bildirmesi istenir. Daha sonra toplanan bu görüşler incelenir ve değerlemeye tabi tutulur. Bu şekilde kişinin davranışları konusunda bir fikir elde edilir.

2-       Psiko-Sosyal Anket Yöntemi
İşyerindeki riski ölçmek, çalışma saatleri, ücretler, çalışma koşulları, güvenlik vb konularda çalışanların düşüncelerini öğrenmek ve davranışlarını anlamak amacıyla veya kişilerin belirli koşullar altında davranışlarını, düşünce, duygu, ilgi ve zevklerini, bilgi ve beklentilerini ölçmeyi amaçlayan ve sıkça kullanılan bir yöntemdir. Az ya da çok miktarda yazılı sorulardan oluşan bir test türüdür.

Aşağıdaki tabloda psiko-sosyal anket formuna bir örnek görülüyor

  Tam uyuyor
Biraz uyuyor
Hiç uymuyor

Çok uzun saatler çalışıyorum       



Çalışma koşullarım çok ağır          



İşyerini evim gibi görüyorum       



Diğer çalışanlarla anlaşamıyorum




3-      Verilerin Anında İşlenmesi Yöntemi
Bu yöntemde istek, yakınma, şikayet veya tepki biçiminde ortaya çıkan davranışların gözlemlenmesi ya da bu konuda yazılı belgelerin değerlendirilmesi ve analiz edilmesi söz konusudur. Bu yöntemde elde edilen verilerin anında değerlendirilme imkanı bir avantaj olurken, ulaşan bilgi veya belgelerin doğru ve güvenilir olması için özel olarak dikkat edilmesi gerekmektedir.

4-      Sosyometrik Testler
Kişinin grup içindeki yerinin, pozisyonunun ölçüldüğü testlerdir. Bu testlerle kişinin grup içindeki etkin olup olmadığı, grubun diğer üyeleriyle olan ilişkileri belirlenir. Bu yöntemden çalışma ortamında kişiler arası ilişkilerde ortaya çıkan sorunların anlaşılması ve giderilmesinde yararlanılabilir.

5-      Psiko-Teknik Testler
Psiko-teknik ölçüm ve değerleme yöntemi belirli özellikleri olan ve yine belirli bir sistem içerisinde toplanan testlerle kişilerin farklı yönlerini tespit eden bir davranışsal ölçme tekniğidir.  Bu yöntemlerde yapılan değerleme çalışmaları genellikle kişiyi öz olarak tanımaya yöneliktir. Bu amaçla çeşitli tipte testler kullanılır.

Testlerle kişilerin düşünsel ve fiziksel düzeyi saptanmaya çalışılır. Kişinin algılama, kavrama, olaylar ya da kavramlar arasında ilişki kurma, öğrenme, zeka, dikkat, odaklanma, bilgi, ilgi vb düşünsel ve fiziksel yetenekleri test bataryaları yolu ile elde edilen sonuçlar şeklinde puanlamaya tabi tutulur. Yani sayısal ölçüm yapılır. Sonuç bu şekilde değerlendirilir.

Bu yöntemde elde edilen sonuçlarla yani çalışan kişinin sahip olduğu tüm yetenekler değerlendirilir. Böylece işin gerektirdiği yeteneklerin kendisinde var olup olmadığı ya da yeterli olup olmadığı anlaşılır. Böyle bir durumda sonuca göre çalışan ya yeniden eğitime tabi tutularak yetenek ve donanımının geliştirilmesi yoluna gidilebilir. U şekilde işe uygun olmadığı saptananların iş değiştirme yoluyla daha verimli olabilecekleri bir işe kaydırılmaları yoluna gidilebilir. Böylelikle işgörenin başarılı olması kolaylaştırılır ve gereksiz zaman kaybı veya verimsizlikten kurtulunur.

Psiko-teknik testler daha çok kişilerin işe alımlarında kullanılır. Münhal işe başvuran elemanlar, işin gerektirdiği tüm özellikler açısından ölçülmeye ve işe yeterli olup olmadıkları konusunda doğru sonuca ulaşılmaya çalışılır. Ancak işte başarısızlık olursa işe alımlardan sonra da psiko-teknik testlerden yararlanılabilir.

Çalışanlar bu yöntemle aldıkları puana göre kendilerine en uygun pozisyona yerleştirilme şansına sahip olurlar. Öte yandan işletme aradığı pozisyon için en uygun kişiyi seçme fırsatını bulurlar.

Başarının işe duyulan ilgi ve işin gerektirdiği donanım ile çalışanın sahip olduklarının uyumuyla doğru orantılı olduğu düşünülürse kişinin arzu ettiği işte çalışmasını sağlamanın verimi artırdığı kuşkusuzdur. Dahsı yeteneklerinin altında ya da üstünde bir işte çalışmak işgörende stres ve isteksizlik yaratır.

6-      Dilek Kutusu
En eski yöntemlerden birisidir. oldukça basit bir yöntemdir ancak ciddiye alınırsa iyi sonuçlar verir. Bu yöntemde işletme içerisinde belirli noktalara dilek kutuları yerleştirilir. İşgörenler kimliklerini ortaya koymadan çalışma ortamlarıyla ilgili şikâyet, öneri, hayal kırıklığı ya da beklentilerini yazılı mektuplar halinde yönetenlere bildirebilirler. Bu yöntemin uygulanmasında hiçbir zorlayıcı unsur yoktur. Çalışanlar görüşlerini bildirip bildirmemekte tamamen özgürdürler. Elbette dilek kutuları göstermelik olarak yerleştirilmemeli, kutuya atılan mektuplar değerlendirilmelidir. Eğer sağda solda dilek kutuları varsa ancak aylar, yıllarca hiç açılmaz, atılan mektuplar değerlendirilmez ise inandırıcılığını yitirir ve çalışanlar üzerinde işletme yönetimine karşı güvensizlik doğmasına yol açar. O yüzden kullanılmayacaksa dilek kutusu konmamalıdır.

7-      Kişisel Görüşme
Motivasyon araştırmalarında kullanılan en etkili yöntemlerden biridir.  Kişisel görüşme çalışanların davranış yapılarını, ihtiyaçlarını ve isteklerini bilip, anlama, onları yakından tanıma olanağı sunar. Çalışan açısından ise kişisel görüşme istek ve şikayetlerini açık bir şekilde ve doğrudan yönetici kadroya aktarabilme imkânı verir.
Ancak çalışan sayısı fazla ise hepsinin görüşlerini ayrı ayrı almak hem güçtür hem de oldukça zaman alıcı bir iştir.

8-      Klinik Görüşme (İşyeri Psikoloğu)
Hiç unutulmamalıdır ki çalışanlar sadece “çalışan” değil aynı zamanda evi, ailesi, sağlık sorunları, korku ve kaygıları olan insanlardır. Sabah işe gelirken özel hayatlarına dair her türlü sorun da yinelenerek onlarla birlikte gelir. Yöneticilerin işyerindeki sorunlarla olduğu kadar çalışanların işletme dışından getirdiği sorunları da bilmesi ve onlarla ilgilenmesi gerekir. Ancak işletme yönetiminin bu alana ayıracak zamanı olmayabilir. Böyle durumlarda işletme işyerinde bir psikolog istihdam etmeyi seçebilir.

Psikolog çalışanın işine yansıyan ve kaçınılmaz olarak verimi düşüren bu tür özel veya işyerine ait sorunları belirli saatlerde dinler ve danışanıyla birlikte bu sorunların kaynağını anlayıp çalışana göstermeye çalışır. Bunun sonucunda sorunlar çözümlenmeye çalışılır.

Bu yöntemde de işgöreni zorlayan hiçbir unsur yoktur. Çalışan psikoloğa eğer kendisi arzu ediyorsa gider. Zaten terapi yani psikolojik görüşme ancak sorunu olan kişi bunu arzu eder ve belli bir süre boyunca sürdürürse faydalı olabilecektir.

Klinik görüşmeyi diğer bütün görüşme yöntemlerinden ayıran özellik standart sorulardan tamamıyla uzak, son derece özgür, hiçbir konu ya da tema sınırı olmaksızın ve en ufak bir zorlama olmadan yapılmasıdır. Çalışan istediği zaman ve istediği konu hakkında psikologdan klinik görüşme talep edebilir.

En kısa sürede sağladığı fayda görüşmeye gelen çalışanın en azından daha az gerilim ve daha ılımlı bir ruh haliyle görüşmeden ayrılmasıdır. Dikkatle dinleyen birisine konuşmak, çağımızda başlı başına bir terapi olabilmektedir.  Psikolojik danışman ve çalışan arasında gerçekleştirilen klinik görüşme süreç sonunda sorunlara çözüm getiremese dahi çalışanların psikolojik bir rahatlama yaşamalarına olanak sağlayacaktır. Burada çalışanlar yani klinik görüşmeye talip olanlar açısından dikkat edilmesi gerekli husus psikolog karşısında tamamen dürüst olarak, duyguların ve düşüncelerin samimiyetle aktarılması gerekliliğidir. Elbette psikolojik danışman ya da psikolog da işinin ehli, sır tutan, çalışanları yönetime karşı deşifre etmeyen kişiler olmalıdırlar.

Son derece değerli bir ölçme, değerleme yöntemi olmakla birlikte önemi pek fazla abartılmamalıdır.


Metaprogramlar ve Motivasyon

Metaprogramlar, yönetimde, projelerde, takım oluşturmada, satış ya da pazarlama ekibi oluşturmada, işe eleman alırken ya da liderlik çalışmalarında son derece önemli yöntemlerdir.
Metaprogramlar insanların neyi, nasıl yaptıkları sorusuna cevap verir. Yöneticinin çalışanları tanıması onları işbirliğine ikna etmekte, onlarla iyi bir iletişim kurmada ve onları daha etkin bir şekilde yönetmede son derece etkilidir. Metaprogramlar bilinçdışı davranış ve iletişim mesajlarını yönlendirir.




a)      Yaklaşan – Kaçan
Bazı kişileri motive eden şey bir şeye ulaşmak iken, başka bazıları için motivasyon konusu bir şeyden kaçmaktır. Bir başka anlatımla, bazılarını zevk, bazılarını ise acı ya da korku harekete geçirir. Sonuçta elde edeceği zevke motive olan kişi ne istediğine bakar. Acı ya da korkunun motive ettiği kişinin motivasyonu ise ne istemediğidir.
Yaklaşan-kaçan metaprogramı kişinin motivasyon yönünü belirler. Bunun için şu soruların sorulması gerekir: bunu (işi) niçin istiyorsun? Neden?

Yaklaşan insanlar proaktiftirler. Ne istedikleri önemlidir. Ödüller ve amaçlar önemlidir.
Kaçan insanlar reaktiftirler. Motivasyonları problemlerdir. Onlar sorunsuz bir iş, sorunsuz bir hayat isterler. Proaktiflerin ve reaktiflerin sıkça kullandıkları dil de farklıdır. Yaklaşan (proaktif) kişiler, amaçları, hedefleri, yapılması gerekenleri, bir şeyin nasıl olması gerektiğini konuşurlar. Kaçan (reaktif) kişiler ise, durum, atmosfer, kişiler, engellerden bahseder.
Yaklaşan kişiler tutkulu, hayal gücü yüksek, geniş bakış açısına sahip olurken, kaçanlar gerçekçi, kılı kırk yaran, ayakları yere basan kişilerdir.

Yaklaşan

Kaçan


Başarmak, ödül, takdir, amaçlar
Yaklaşarak motive olurlar
Tutkulu, hayal gücü yüksek, bakış açısı geniş
Görsel ve proaktif

Problemi yaşamamak
Kaçarak motive olurlar
Ayakları yere basan, gerçekçi, ayrıntıcı
İşitsel ve dokunsal

Bir yönetici, spor antrenörü ya da insan kaynakları uzmanı hangi bölüme, hangi pozisyona kimin alınacağına ya da hangi elemanın nereye yerleştirileceğine onların motivasyon stratejilerine bakarak karar verebilirler.

Yaklaşan – Kaçan metaprogramını anlamak için sağ beynin mi yoksa sol beynin mi kullanıldığını bilmek yardımcı olacaktır.









Yaklaşanların çoğunda sağ beyin baskınken, kaçanların çoğunda sol beyin baskındır. Yöneticilere önerilen yollar çalışanlara çeşitli “havuçlar” göstermeleridir. Havuç yani ödül, haz odaklı kişileri motive edecektir. Gelecek için yükselme, terfi vaadi, ikramiye, parasal ödüller hazza odaklı (yaklaşan-Proaktif) kişileri motive eder.
Acıdan kaçma odaklı kişilerin motivasyonu başlarının derde gireceği, bir problem yaşayacakları korkusudur. Örneğin; bu iş belirlenen tarihte tamamlanmaz ve teslim edilmezse işletme parasal krize girebilir ve maaşımı alamayabilirim. Veya iş zamanında bitmezse iş yerindeki konumunu kaybedebilirim vb (havuç değil sopa) “sopalar” acıdan kaçma odaklı (reaktif-sol beyin baskın) kişilerin motivasyonunda daha etkilidir. Rahatlık “kaçan” kişiler için motivasyon düşürürcüdür. Sorunsuzluk ve rahatlık onları motivasyondan uzaklaştırır.
Yaratıcılık, vizyon, misyon vb hedefleri belirleme gerektiren işlere hazza odaklı kişiler uygundur. Mümkün olanın istendiği, gerçekçilik, temkin, ayakların yere basması, ayrıntılara dikkat edilmesi gereken işlerde ise acıya odaklı kişiler seçilmelidir.

Motivasyon stratejisini ortaya çıkarmanın en kestirme yolu kişiye bu sabah onu yataktan kaldıran şeyin ne olduğunu sormaktır. “İşe gitmezsem maaşımdan kesilir” diyen acıya odaklıdır. Çalışmak beni canlı tutuyor, işimi seviyorum cevabı ise bize karşımızdakinin “hazza” odaklı olduğunu göstermektedir.

a)      İç Referanslılar ve Dış Referanslılar
İç referanslarını kullanan kişiler kendi görüşleri ve inançları doğrultusunda hareket eder ve kendi kararlarını kendileri alırlar. İçsel referansa sahip kişiler lider ruhludurlar. Yönetmekten, hükmetmekten hoşlanırlar.


Dış referanslılar yönlendirilmeye ve genellikle bir karar almadan önce başkalarının görüşlerini almaya gerek duyarlar. Kişilerin iç referanslı mı, dış referanslı mı olduklarını anlamak istiyorsak onlara iyi bir iş yapıp yapmadıklarından nasıl emin olduklarını sorabiliriz.
İç referanslı olanlar, elbette iyi yapıyorum, işi biliyorum vb cevaplar verirken, dış referanslılar; iyi yaptığımı herkes biliyor, bir çok ödülüm var, falancaya, filancaya sor gibi cevaplar vereceklerdir. Dış referanslılar ekip çalışmalarında iyidirler, kuralları severler ve aldıkları görevi mutlaka tamamlamak isterler.
İç referanslı kişileri motive eden şeylerle dış referanslı kişileri motive eden şeyler farklı olacaktır. İç referans kullananları motive ederken “bu tam senin yapacağın iş, bunun altından başarıyla kalkacağını benim kadar sen de biliyorsun” gibi cümleler kullanmak gerekir. Oysa dış referanslı kişiler için “buradaki herkes senin bu işi yapabileceğine inanıyor, ben de sendeki gücün farkındayım” gibi cümleler uygundur.

İç Referanslılar

     Dış Referanslılar




Ben hayattan ne istiyorum
İyi yapıyorum. İyiyim.
Ben yaptığımı beğeniyorum
     
     
       El âlem ne der
   Yaptığım beğeniliyor
   İyi yaptın diyorlar
  


Müşteri hizmetleri ve halkla ilişkiler gibi alanlarda ve insan merkezli tüm işlerde çalışanların dış referanslı olmaları daha uygun olacaktır. İç referanslı bir yönetici, başkalarından gelen tepkilere (olumlu/olumsuz), eleştirilere önem vermeyeceği, dikkat etmeyeceği için geri bildirimleri değerlendiremeyecektir. Ayrıca kendisi de çalışanlarını takdir etmekte cimri davranacaktır. Performansı artırmak, gidişatı görmek ve bilmek için geribildirim çok önemlidir.

İçsel referanslı kişilerin başkalarıyla az ilişki içinde olabileceği, denetimin çok sıkı olmadığı, somut sonuçların ortaya çıkmasının gerekli olmadığı işlerde çalışmaları uygundur. İçsel referanslarıyla kararlar alan, tercihlerde bulunan insan her şeyi başkalarına doğrulatmak zorunda kalmadan, böyle bir ihtiyaç duymadan, genellikle “içinden” bilir ya da “doğru yolda olduğunu hissedebilir”.

b)      Eşleşenler – Eşleşmeyenler
Bu metaprogram karşılaştırma yaparken kullanılır. Bazı insanlar ortak noktalara bazıları da farklılıklara odaklanırlar.
Beynimiz bilgiyi ilk etapta iki kategoride algılar; benzerlikler ve farklılıklar. Bu insanların bir şeyin diğerleriyle ya aynı, ya benzer ya da diğerlerinde farklı olduğuna dikkat ettiği anlamına gelir. Ancak bu ayrımı bilinçle yapmazlar.

Benzerliklere odaklananlar sorun çıkarmazlar, kibardırlar, uzlaşırlar. Bu yüzden tercih edilirler. Olayların farklı yanlarından çok ortak yönlerini gördükleri için kolay iletişim kurarlar. Değişiklikten hoşlanmazlar. Değişikliği çoğu zaman tehdit olarak algılarlar. Güven ve sadakat onlar için çok önemlidir. Farklılıklara odaklananlar yani eşleşmeyenler aykırı kişiler olarak kabul edilirler. Risk alırlar. Rutin onların dayanamayacakları şeydir. Onlar “yeni”, “farklı” ve “değişik” olana ilgi gösterirler ve motive olurlar.

Eşleşenlere yapacağı bir işin daha önce yaptıklarına benzediğini söylemek motive olmaları için yeterlidir. Eşleşenler “aynen”, “gibi”, “benzer” olandan motive olurlar.

Kişilerin çalışacakları işin kendi metaprogramlarına uygun olması başarı ve verimlilikleri açısından önemlidir.

Eşleşenler satın alma alışkanlıkları bakımından bilinen, alışık oldukları şeylere yönelirken, eşleşmeyenler yeni ya da farklı olan şeylere ilgi duyacaklardır.

İş yaşamında, yönetici seviyesinde “eşleşmeyenler” daha yararlıdır.

c)      Girişken-Tepkisel/Proaktifler-Reaktifler
Proaktif insanlar; sorumluluk alırlar. Kendi değer ve inançları doğrultusunda davranırlar. Riski severler ve davranışlarının sorumluluğunu üstlenirler. Aktif kişilerdir. Değerleri duygulardan üstün tutarlar. Anlık dürtülere yenilerek ilke ve değerlerini harcamazlar. Fiziksel ve toplumsal çevrelerinden etkilenmezler. Eğer durumlarından memnun değilseler başkalarını, çevreyi ya da toplumu suçlamazlar. Bu durumun kendi kararları sonucunda oluştuğunu düşünürler. Proaktif kişiler kendi kendini motive edebilen, girişken kişilerdir. Görsel insanlar proaktif olurlar.

Reaktif insanlar; davranışlarının sonuçlarından kendilerini değil başkalarını, olayları, koşulları sorumlu tutarlar. Davranışlarının temelinde duygusal güdüler yatar. Duygusal yaşamlarında (bilinçdışı olarak) mutsuzluğu seçerler ve başkalarının kendilerini üzmesine fırsat verirler. Reaktif insanlar edilgendir. Hiçbir zaman olayların gelişiminden kendilerini sorumlu tutmazlar. Türk insanı temelde dokunsal olmanın da etkisiyle reaktiftirler.

d)     Kurallılar – Kuralsızlar
Bağımsız insanlar kurallara pek uymazlar. Kendi değerlerini ön planda tutarlar. Kuralların kendilerine uydurulmasını isterler. Değişikliklerde hoşlanmazlar.
Kurallı insanlar için en önemli unsur belirlenmiş kurallar içerisinde görev yapmak önemlidir. Risk almazlar ve kuralların dışına çıkmamayı tercih ederler.
İş dünyasında kuralsızlar, kendi yaratıcılık ve kurallarını ortaya koyabilecekleri şartlarda çalışmayı severler ve başarılı olurlar.
Kurallılar ekip işlerinde başarılıdır. Kuralların baştan bilinmesini isterler. Çalışma ortamı rahat, sıcak, güvenli olduğu sürece ve iyi bir maaşla uzun yıllar aynı iş yerinde görev yapabilirler hatta aynı işte emekli oluncaya kadar çalışırlar.
Oysa kuralsızlar ekip çalışmalarında huzursuz olurlar. Başkalarına bağımlı olmak onları rahatsız eder.
Girişimcilik ruhu bağımsız ve kuralsızların özelliğidir ancak işletmenin sorunsuz bir şekilde, bir saat gibi tıkır tıkır çalışması da kurallılar sayesinde olur.
Kuralsız insanlar yüksek maaş ve iyi statülerde olsalar dahi çalışma ortamlarında kendilerini özgür hissetmiyorlarsa o işi terk ederler. Onlar için iş özgürlüğü unvan ve maaştan önce gelir.
Kurallılar sorgulamadan kurallara uyarlar. Kuralsızlar mevcut kurallarla ilgilenmezler.