6 Mart 2015 Cuma

ÇALIŞMA YAŞAMINDA ÖRGÜTSEL PSİKOLOJİ

Endüstri devrimi XVIII.  yüzyılın sonlarına doğru ekonomik ve sosyal düzeni temelinden sarsacak boyutlara ulaşmıştır. Artık insanlar çok daha kalabalık gruplar halinde, atölye ve basit tezgâhların ötesinde fabrikalarda çalışmaya başlamışlardır. Bu yeni bir yaşama modelinin başlangıcı ve kuşaklar boyunca sürdürülen alışılmış yaşamın sonuydu. Değişimi yaratan şey, kadim üretim düzeninin yerine makineleşmeye bırakmış olmasıdır ve en büyük özelliği de budur.
Söz konusu gelişmenin normal sonucu olarak üretimde olağanüstü artışlar meydana gelirken ne yazık ki  genelde insan, özelde çalışan insan yeni yaşama düzeninde özlenen yerini alamamıştır. Uzun bir süre makine ve malzeme gibi alınıp satılan bir mal muamelesi görmüştür.
Bu dönemde ücretler düşük düzeyde tutulmuş ve çalışma süreleri olabildiğince uzatılmıştır.
Bu dönemin bir başka özelliği de kadınların ve hatta çocukların fabrikalarda çalıştırılmasıdır. Kadın ve çocuk çalıştırma tamamıyla patronların inisiyatifine bırakılmıştı.
Öte yandan endüstrileşme kırsaldan kente göçü zorluyor ve bu durumda sosyal hayatta ve insan ruhunda göz ardı edilemeyecek yaralara, zorluklara yol açıyordu.

Ancak makineleşme yani büyük üretim sistemlerine geçişin insan mutluluğu ve iş tatmini üzerinde olumsuz etkiler yaptığı kısa sürede  görülmeye başlanmıştır.
Eskiden işin tüm safha ve süreçleri üzerinde bilgi ve beceri sahibi olmaya dayalı ustalık sistemi, yerini sadece üretimin belirli bir safhası hatta işlemi üzerinde uzmanlaşmaya bırakmıştır.
Makineleşmeyle birlikte ortaya çıkan uzmanlaşma verimi artırmış ancak iş göreni makinenin süratine bağlı kılmıştır. Böylece iş gören yerine üretimde bu sefer de makineler ön plana geçmiştir.

Makinenin gerektirdiği tek bir işlemin (örneğin üretim bandında işçinin önüne gelen bir makine parçasının bir vidasının sıkılması) sürekli tekrar edilerek yapılması ve işin tekdüzeliğine tezat teşkil edecek şekilde yoğun bir dikkati gerekli kılması monotonluğa yol açmıştır. Monoton bir çalışmanın, eylemin sonucu yorgunluk ve bıkkınlıktır bu da yapılan eyleme bu anlamda işçisin işine yabancılaşması demektir.
 Modern makinelerin üretim hattında yer alması ile ona mutlak bağlı olarak çalışmaya mahkûm olan iş gören önemsizleştiğini hissetmiş ayrıca yapılan üretimde katkısının çok az olduğunu ve ortaya çıkan ürünün kendi eseri olarak görülemeyeceğinin bilincine varmıştır. Böylece emeğin verdiği hazdan ve ortaya bir ürün çıkarmanın yarattığı tatminden mahrum kalan iş gören mutsuzlaşmıştır.
Kısacası endüstri devriminin, gerçekten üretimde görülmedik artışlar sağlarken insanlara özellikle çalışan insanlara mutluluk değil mutsuzluk, huzur değil huzursuzluk getirdiği söylenebilir.

Mal ve hizmet üretimindeki bu değişim günümüzde de hızla devam etmektedir. Bugün birçok alanda otomasyona geçilmiş olması işgücü çalışmalarına, insan kişiliği ve yönetimine, mal ve hizmetlerin kullanımına ve nihayet yaşayışımıza büyük değişiklikler getirmiştir.

Makineleşme işe birlikte beşeri (insani) sorunlar bir çığ gibi katlanarak büyümüş ve karmaşık bir hal almıştır. Klasik yönetim kuramının ilkelerine bağlı kalınarak yapılan personel seçimi, çalıştırılması ve sıkı bir denetim ve cezalandırma sisteminin yürürlüğe konması yönetici ve yönetilen ilişkilerini daha da bozmuştur.

Kısa sürede klasik örgüt biçiminin katı mantığı ve ilkeleri ile uzmanlık sistemine dayanan işbölümüne karşı iş görenlerin tutumlarında olumsuz değişimler ortaya çıkmıştır. Böylece biçimsel (formel)  olmayan örgütlenmeler, liderlik, ast/üst çatışmaları, işe geç gelme, iş aletlerine zarar verme, bozma, grev ve sabotajlara başvurma eğilim ve davranışları görülmeye başlamıştır.
Bu bunalımdan bir çıkış yolu arayan işçiler ezilen ve sömürülen bir sınıf olmaktan kurtulmak için bir araya gelerek mücadele etme yolları aramışlardır. Bu süreçte kendi aralarında örgütlenerek sendikalaşma hareketlerine başlamışlardır. İşverenlerin sert karşı çıkışları ve direnmelerine rağmen bu akım giderek güçlenmiş ve gelişmesini günümüze dek sürdürmüştür.

 Modern çalışma düzeninin olumsuzlukları karşısında  -normal olarak- klasik yönetim kuramları yetersiz kalmıştır.  Bu gelişmeyle birlikte örgütsel ve yönetsel tutum ve davranışlar yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlamıştır. Yani makineleşmenin yarattığı insani sorunların üretim süreçlerine olumsuz etkisini ortadan kaldıracak yeni yaklaşımların arayışı içine girilmiştir.

Psikolojinin endüstriye uygulanmaya başlaması girişimleri 20. Yy başlarını bulur. 
Psikolojik tekniklerin personel sorunlarına uygulanmasının önemli adımlarından biri I. Dünya savaşı sırasında personel testlerinin ordu örgütleri tarafından kullanılmasıdır. Testler ordu personelinin sınıflandırılması ve görevlendirilmesi için özel olarak geliştirilmiş ve kullanılmıştır.
Örgütsel psikolojinin esas gelişmesi 1930’lu yıllarda gerçekleşmiştir.  1930-40 yılları arasında memur ve işçilerin işe alınma ve yerleştirilme amaçları için testlerin geliştirilmesine ve kullanılmasına önem verilmiştir.
1940-50 yılları arasında grup içi etki ve tepki, gözetim ve liderlik sorunlarına, haberleşme sistemlerine,  inanç ve tutumların belirlenmesine ilişkin çok sayıda örgütsel psikoloji konularında araştırma ve inceleme yapılmıştır. Böylece, psikoloji örgütsel yapı içerisinde, örgütün etkili bir şekilde çalıştırılması amacıyla önemli bir araç olarak kullanılmaya başlanmıştır.


Örgütsel Psikolojinin Doğuşu
Psikoteknik

II. dünya savaşı sırasında ve savaştan bu yana psikoteknik  bir bilim dalı olarak gelişmiş ve yaygınlaşmıştır. Psikotekniğin çalışma alanı, işlerde kullanılan araç ve gereçlerin insan yeteneklerine uygunluğunu sağlamak  ve kullanılışını kolaylaştırmaktır.  Ayrıca beşeri  yetenekleri ortaya çıkarmak ve sınırlarını belirlemektir. Bu tip sorunlara ilginin artması çabuk değişen teknoloji  ve ona eşlik eden insanların kullanacağı yeni ve daha karmaşık nitelikteki araç ve gereçlerin gelişi ile ortaya çıkmıştır.
Psikoteknik de önceleri askeri hizmetlerde, yeni tip silahların orduda etkin bir şekilde kullanılması gereğinden doğmuştur.

Örgütsel psikoloji ve psikoteknik gayede bir paralelleşme içinde görünüyorlarsa da birbirlerine etkileri azdır ve düşünce alanları yönünden oldukça farklıdırlar.

Bütün bu çalışmaların amacı, son tahlilde beşeri yetenekler ile araç ve gereçlerin etkili ve verimli çalışmasıdır.

1950-60 yılları arasında klasik yönetim görüşünün tamamen terk edilerek tüm dünyada yönetim ve organizasyon sorunlarının çözümünde insan ilişkileri yaklaşımının  en yaygın biçimde kullanıldığını görüyoruz. Bu yaklaşımla yeni bir insan yaklaşımı modeli ortaya atılmakta ve bu insanı çalıştırmanın yol ve yöntemleri de değişmektedir.
Bu yılların en geçerli ve moda olan görüşü insan ihtiyaç ve güdülerinin belirlenmesi ve örgütlerde insanları harekete geçirme ve teşvik etmede kullanılmasıdır.
Güdüleme kuramının yaygın biçimde kullanılması yanında makineleşme ve montaj hattı sorunlarının doğurduğu uzmanlaşma ve bunun sonucunda da monotonluk ve iş tatminsizliğine karşı alınacak başlıca önlemler üzerinde durulmuştur.

1960-70 yılları arasında yönetimde otorite analizleri, önderlik araştırmaları, yönetim biçimine ilişkin incelemeler yaygınlık kazanmış, örgüt yapılarının, örgüt içindeki yetki dağılımının işin etkinlik ve verimliliği üzerindeki etkileri araştırılmıştır.
Daha sonraları ise endüstriyel demokrasi ve yönetime katılma konusunun gündeme geldiği görülmüştür.

1970-80 yılları, gerek örgüt içi gerekse de örgüt dışı ilişkilerde sistem yaklaşımının en fazla moda olduğu dönemdir. Ancak her örgütün ve onun çevresinin aynı koşullara sahip olmadığı ve dolayısıyla sistem yaklaşımının genelleştirilemeyeceği fikri üzerinde yoğunlaşılmış ve yapılan durumsallık incelemeleri bu görüşü doğrulamıştır.

Böylece örgütün ve çevresinin sosyo-kültürel özelliklerine göre uygulanması gereken yönetim biçiminin de değişebileceği anlayışı ağırlık kazanmıştır.